17 Mart 2016 Perşembe

ÇANAKKALE; BÜYÜK DERS

ÇANAKKALE; BÜYÜK DERS
---İsmail KARA---
Bu gün 18 Mart 2016… Çanakkale Savaşının … yıldönümü.
Olanları yeniden, yeniden hatırladıkça; bu savaşın hem Türk Milletine,
hem de tüm dünyaya karşı “Büyük bir ders” olduğunu düşünüyorum.
Batılı ülkelerin işbirliği yaparak, olağanüstü bir güçle gelip dayandıkları
Çanakkale’de sayıca çok az, silahça çok yoksun Türkler karşısında
bozguna uğramaları, dünyaya büyük bir ders olmuştur.
Birlik ve beraberlik içinde, inançla; kendisinden kat kat fazla asker ve
silah bakımından çok büyük donanım halindeki müttefik kuvvetleri canı
pahasına da olsa sindirmesi, vatanı ve milleti uğruna kendini feda etmesi
ve 253.000 şehit vermekle birlikte adeta bir mucizedir.
Bu topraklar uğruna, bu millet uğruna yapılan böylesi bir savaş; Türk
Milletine büyük bir derstir.
Bugün her adım atışımızda sadece bu savaş bile aklımızdan çıkmamalı
ve bu toprakların pahasını, kıymetini unutmamalıyız. O 253 şehidin içinde her birimizin bir atası vardır herhalde…
Bu vatan ve bu millet için canlarını veren tüm şehitlerimizi rahmetle anıyoruz.

En ağır silâhlarıyla haçlılar
Doldurdular Çanakkale ağzını…
Sıkmak için yüce Türk'ün
Boğazını...

Yanıldılar, hem de çok,
Şok geçirdiler sonunda,
Beklenmedik, umulmadık şok...

Türk'ün iman dolu,
Kale gibi bağrına çarptılar.
Dağıldılar, eridiler, bittiler.
Kalanları da,
Geldikleri gibi gittiler...

Mustafa Kemal'ler vardı karşılarında,
Mehmetlerin başında…
253 bin şehidim halâ,
Halâ kan misali akar,
Akar gözyaşımda...

Vatan uğruna boyandı kana
Çanakkale toprakları,
Denizler döndü kızıla...
Ne umuyorlardı,
Ne buldu onlar?
Eridiler, bittiler.
Kalanları da çrkip gittiler.

21 Şubat 2016 Pazar

HİSSETMEK - İsmail KARA

HİSSETMEK
                                                            
       Etrafta olandan, bitenden anlamalı, hissetmeli insan!
       Bir falcı kadar olmasa da, ileride neler olabileceğini bilmeli.
       Yaşanan olayların akışını irdelemeli.
       Yağmur yağarken yere inen damlacıklar, aşağılara doğru akarken büyür, büyür, büyürler. Sel olurlar. Seller birleşir yel olur, alıp götürürler önlerine gelen her şeyi, tam bir afet olabilirler.
       Suyun akışını izlemeli insan!
       Sen görmezsen, sen vurdum duymaz olursan, sen anlamazsan; birgün gelir gösterirler, anlatırlar.
       Pişman olursun. Pişmanlık da fayda etmez. Perişan olursun. Eğilirsin, bükülürsün, yıkılırsın.
       Önceden hissedersen, olasılıkları kavrarsan; suyun akışına yön vermen mümkün olabilir. Önlersin selin zararlarını…
       Ben söylüyorum, yazıyorum bunları da, peki yapabiliyor muyum?
       Maalesef! Çoğu kez yapamadım.
       Fazlasıyla hoşgörülü oldum. Affettim.
       Bu yüzden de çok çektim, çok…
       Arkadaşım Dr.Şemsettin Küzeci bana yıllar önce, bir Hollanda öz deyişini hatırlattı; “Bir eşek aynı çukura iki kere düşmez”.
       Ama ben, çok düştüm kardeş!
       “Yetmişlere gelmiş yaşım,
       Birçok şeyi geç anlamışım.
       Düşündüm ki, halâ
       Eşek bile olamamışım”
       Bir söz geldi şimdi aklıma; “Tahsil cehaleti giderir, eşeklik baki kalır”. Demek ki, bende de baki kalan bir şeyler var.
       Her ne olursa olsun, insan özeleştiride bulunmalı bazen…
       “Eğitim, insanlara iyi ve doğru düşünmeyi öğretir”.
       İyi ve doğru düşünmeyi öğrenememişsek, ya kendimizde bir eksiklik olmuştur ya da eğitimde…
       Akşamın hafif karanlığında ya da gündüzleyin kaldırımda yürürken, bir aracın altında bir kedi görüyorum. Bana şöyle bir bakıyor ve sonra işine devam ediyor. Çünkü, benden zarar gelmeyeceğini o içgüdüsüyle hissediyor. Köpeklerde de aynı durumu gözlemledim.
       Hayvanlar böyle bir hissiyata sahipken, biz hissetmede aklımıza rağmen, neden başarılı olamıyoruz?      
       





8 Ocak 2016 Cuma

MİKSER-MİKSERLİK (İsmail KARA-Karozan)

MİKSER-MİKSERLİK
                                                                                İsmail KARA
Tarih boyunca mikserlik ya da mikserler hep varolmuştur.
Ki; toplumlar arasındaki sevgiyi, dostluğu, kardeşliği de çoğunlukla
zayıflatmak ve yok etmek için mikserler kullanılmıştır.
Bu mikserler başkaları adına, görev yaptıkları halde toplumlara
olumlu katkı veriyormuş gibi hareket ederler. Oysa, emir ve komuta
büyük güçlerin elindedir.
İç savaşlar, kargaşalar, ülkeler arası savaşların pek çoğu;
mikser kullanılarak çıkarılmıştır.
Yaşanmış savaşların birçoğunun da sudan sebeplerle,
eften-püften meselelerle çıkarıldığı bir gerçektir.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yöneticiler biraz uyanmaya başlamış
ve savaşların çok kötü olduğunu idrak etmişlerdir. İkinci Dünya Savaşı,
bu algıyı biraz daha pompalamıştır. Birleşmiş Milletler, Nato gibi
savaş karşıtı büyük güç birlikleri oluşturulmuştur.
Giderek ekonomik alanlarda ülkeler bir araya gelmeye başlamıştır.
Globalleşme, küreselleşme adı altında batının zengin ülkeleri
Asya, Afrika kıtalarında bakir alan olarak gördükleri ülkelerin
yer altı ve yerüstü zengin kaynaklarını hedef seçmişlerdir.
Hatta Avrupa ülkeleri, güçlerini bir araya getirmek için
AB (Avrupa Birliği) gibi birliktelikler oluşturmuşlardır.
Batılı ülkeler, karşılarına çıkabilecek olası birlikteliklerin önünü
kesmek için olağanüstü bir gayret sarf etmektedirler.
Bugün Ortadoğu’da, hatta Türkiye’de çıkarılan karışıklıkların ana
sebeplerinden birisi budur. Diğer önemli sebep de oralardaki
ekonomik kaynaklara sahip olmaktır.
Ortadoğu ülkelerinde de önce mikserler kullanılmıştır.
Ermeni örgütü ASALA bir şekilde bitirildiğinde de bir başka mikser
PKK kurdurulmuş ve uzun yıllar beslenip büyütülmüş hatta,
siyasal olarak TBMM’ne de sokulmuştur.
PKK ve siyasal kolu sanki Kürtlerin haklarını savunuyormuş gibi
görünerek bazı Kürt vatandaşlarımızın bilgisizliğinden de yararlanıp
onları yanına çekmeye çalışmış ve çalışmaktadır.
Büyük ülkelerin bile bir araya gelerek daha büyük olmaya çalıştıkları
şu devirde; PKK ve siyasal temsilcisi HDP’nin bölme ve bölünme hevesleri;
kişisel çıkar düşüncesinden başka bir şey değildir.
Durumu, aklı başında olan herkes birkaç dakikalık düşünmeyle bunu kavrar.
Dolayısıyla bu mikserler hakkında asla olumlu düşünemez.


6 Ocak 2016 Çarşamba

YORGAN (YediGün Gazetesi) Karozan, İsmail KARA

Y O R G A N
İSMAİL KARA
Bir atasözümüz vardır, herkesin bildiği;
“Ayağını yorganına göre uzat”.
Ta çocukluğumdan beri duymakta idim.
Bir meslek sahibi olup, yuvamı kurduğumda,
uygulamaya koyuldum mecburen…
Ama nafile.
Ne ettiysem, yorgan hep kısa geldi.
Oysa ki, benim boyum hiç değişmiyordu.
Ah şu piyasa denilen şey yok mu?
Ne hınzırdır bilseniz o…
Meslek hayatımın yarıdan fazlası,
memuriyette geçti.
Maaşıma gelecek zamları dört gözle beklerdim.
Fakat, o hınzır piyasa daha önce harekete geçer,
alacağımız zammın önünü keserdi.
Umutla bekleyişimiz de mum gibi sönerdi.
Memurken de, emekliyken de bu rekabet
bitmedi gitti.
İsteğime uygun giyemez, istediğimizi yiyemezdik.
Genç bir memur iken bir şiirimde demişim ki;
Memurum cebim delik,
Ayın biri zenginik,
İkisi yok metelik,
Hiç dinmez benim sızım.
Bakkal yapışır yakama,
Kasabın satırı kafama,
İnecek belki ama
Zaten sıkılıyor boğazım
Halil Soyuer üstadın şu dörtlüğü de aklımdan çıkmaz;
Hem yazlıkla, hem kışlıkla,
Gezdik perişan kılıkla,
Dünya diye yanlışlıkla
Kör bir kuyuya gelmişiz.
Yorgan diyorum da, hiç yorgancı demiyorum.
Sahi yorgancı neden böyle yapıyor?
Yorganı insanın boyuna posuna uygun yapamazlar mı?
Onu biraz kısa dikmekle ellerine geçiyor?
Neye yarıyor bu?
Bize eziyet etmekten başka…  

7 Kasım 2015 Cumartesi

Sinema filmleri ve televizyon dizilerini izlerken bir şey dikkatimi çekiyor; ana tema kötülük…

     YAŞASIN KÖTÜLÜK
                                                                                  İsmail KARA
       Sinema filmleri ve televizyon dizilerini izlerken bir şey dikkatimi çekiyor; ana tema kötülük…
       Kötülük ve şiddetin ibresi, bazen o kadar yüksek oluyor ki deme gitsin. Bu sabah TV kanalının birinde eski bir film izledim. Ağanın kızı ile çiftliğin şoförü birbirlerine aşık… Lakin, ağa şoförüne kızını vermeye bir türlü yanaşmadığı gibi, onu sürekli aşağılıyor, hakaretlerde bulunuyor. Hatta dövüyor. Sonunda şoför orayı terk ediyor.
       İstanbul’a giden şoför, orada ünlü bir ses sanatkârı oluyor. Istırapla yaşamaya devam ediyor.
       Bu arada ağa çiftliğe yeni bir ziraat mühendisi almıştı ki, giderek amacı da kızıyla ziraat mühendisini evlendirmeye dönüşüyor.
       Düğün sırasında mühendis, kızın aslında o şoföre aşık olduğunu öğrenince ağaya fena çıkışıyor ve evlenmeyi de reddediyor. Üstelik, genç kız ile o sevgilisini buluşturmaya gayret ediyor.
       Fakat, genç kız arabasına binip süratle giderken kaza yapıyor. Sevgili bunu öğrenince tezelden gelerek kızı hastanede ziyaret ediyor.
       Uzatmayalım, sonuç iyi gibi olsa da; film duygusal izleyicilere de ıstırap yaşatıyor.
       Bu sadece bir örnek...
       Sinema sektöründe çalışanlar, insanlar izlerken onlara mutluluk yaşatacak filmler ve dizi filmler yapmayı sanırım pek de düşünmüyorlar.
       Kurgularını şiddet ve kötülük üstüne kuruyorlar.
     “Yaşasın kötülük!”…
       Üstelik, şiddet ve kötülükle dolu bu film ve dizi filmlere devletimizce de çoğu kez maddi destek sağlanıyor.
       Öte yandan, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ise kadınlara ve de çocuklara karşı şiddeti önlemeye çalışmalar yapıyor.
       İnsanımız, sürekli şiddet ve kötülüklerle dolu sinema filmi ve dizi filmler izlerken; bu nasıl olacak?.. Genç nesil, hangi yöne yönlenecek?
       Bana bir Allah’ın kulu çıkıp da “İyi oluyor, iyi yöne yönlendiriyoruz” diyebilecek mi?
       Dostlar, toplumun geleceği için daima iyi şeyler düşünmek, iyi şeyler yapmak; “İnsanî görev” lerdendir.
       İnsanî görevlerimizi hep ön planda tutmalı, şiddete ve kötülüğe giden tüm yolları kapatmaya çalışmalıyız.
       Bir şair ve yazar olarak benim düşüncem budur.